FAALİYETLER
DERNEK HAKKINDA
DUYURULAR
ÖNEMLİ LİNKLER
Engelli ve Din
İslâm Dininin Engellilere Sağladığı Bazı Kolaylıklar

İnsan, varlıklar arasında şerefli bir konuma sahiptir. Yüce Allah insanı yeryüzünün halifesi kılmış ve yarattığı herşeyi insanın istifadesine sunmuştur.(1) ıster sağlıklı, isterse müptelâ olduğu bir rahatsızlık sebebiyle engelli konumunda bulunsun, ıslâmî anlayışa göre bütün insanlar mükerremdir, saygı ve hürmete lâyıktır. ıslâm'a göre insanın zenginlik veya fakirliği, memur ya da âmir olması, şu veya bu renkte olması, ya da belli bir dili konuşması Allah katında üstünlük ölçüsü olarak kabul edilmediği gibi, engelli olup olmaması da bir üstünlük sebebi değildir. ıslâm nazarında, tarağın dişleri gibi birbirine eşit olan insanlar arasındaki yegane üstünlük ölçüsü, Allah'ın emir ve yasaklarına yürekten bağlılık (takvâ) dır. Bu bağlamda, engelli kimseler ile diğerleri arasında haklara sahip olma açısından da bir ayrım söz konusu değildir. ıslâm hukukunda hak ehliyetinin esası "hayat"tır.(2) Engelli kimseler, ister akıl hastalığı gibi zihinsel engelli, isterse görememek, işitememek veya yürüyememek gibi bedensel engelli olsun haklara sahip olma konusunda sağlıklı insanlarla aynı konuma sahiptirler.

Zira, gerek akıl hastalığı, gerekse bedensel engeller, vücup (hak) ehliyetini ortadan kaldırmazlar.(3) ıslâm hukukunun genel teorisine göre- aklî ve bedenî gelişimi ne durumda olursa olsun- renk, cins ve ırk ayrımı gözetilmeksizin yaşayan her insan, insan olma vasfı sebebiyle Allah'ın veya hukuk düzeninin tanıdığı haklardan faydalanma (vücûb) ehliyetine sahip olduğu gibi, aklî ve bedenî gelişimine bağlı olarak bu hakları bizzat kullanma (edâ) ehliyetine, hukukî işlemleri bizzat yapma yetkisine de sahip olur. ıyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt edemeyen akıl hastalarına hakları kullanma ehliyetinin tanınmayışı ve onların ancak kanunî temsilcileri aracılığıyla bu hakları kullanabilmeleri, öncelikli olarak bu şahısların haklarını korumayı amaçlar.(4) Aynı şekilde mümeyyiz küçüğün, malını ölçüsüzce harcayan kimsenin (sefih), ölüm yatağındaki hastanın, iflas etmiş borçlunun vb. kimselerin hukukî tasarrufta bulunma ehliyetlerinin belirli ölçüde kısıtlanması, bazen bu şahısların, bazen de başkalarının haklarını korumak için gerekli olabilir. Ancak bu ikinci grupta yer alan kısıtlama, genel kurala getirilmiş bir istisna mahiyetinde olduğundan ârızî bir tedbir konumundadır. "Allah her şahsı ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.."(5), "...O size dinde bir zorluk kılmadı",(6) "Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez"(7) gibi ayetlerle kolaylığı genel bir ilke olarak kabul eden ıslâmiyet, engelli kimselere de güçlerinin yetmeyeceği şeyleri yüklememiştir.Burada, engelliler konusunda ıslâm'ın, temel ibadetler ve hukuki işlemlere ilişkin getirdiği bazı hükümlere değinmek istiyoruz.

Namaz: Namazın farz olmasının şartlarından biri de aklî melekenin sıhhatidir. Bu sebeple akıl hastalarına namaz kılmak farz değildir.(18) Hanefî mezhebi imamlarından Ebu Hanife ve Ebu Yusuf'a göre, akıl hastalığının süresi yirmi dört saati geçmesi halinde, o süre içindeki namazları kaza etmek gerekmez. Muhammed b. Hasen'e göre ise altı vakit geçip yedinci vakit girdiğinde kazâ yükümlülüğü düşer.(19) Hanefîler dışındaki üç mezhebe göre ise, akıl hastalığı bir namazın vaktini tamamen kaplarsa, daha sonra bu namazın kaza edilmesi gerekmez. Camiye yürüyerek gidemeyecek derecede hasta olan kimseler, kendilerini götürecek birisi olsa dahi Cuma namazını kılmakla yükümlü değillerdir. Camiye kendi başlarına gidemeyen görme engelliler, her ne kadar ımameyne göre bir bedel mukabilinde de olsa, kendilerini götürecek birilerinin bulunması halinde Cuma namazına gitmekle mükellef olmakla beraber; ister ücret karşılığında, isterse ücretsiz olsun Ebu Hanife'ye göre Cuma namazını kılmakla mükellef değildirler.(20) Yine, farz namazları ayakta kılmaya güç yetiremeyen kimselerle, ayakta kıldıkları takdirde başka bir rahatsızlığı oluşan veya hastalığının artması, ya da iyileşmesinin gecikmesi söz konusu olan kimseler, namazlarını oturarak kılarlar. Rükû ve secde yapmaya güç yetiremeyen kimse ise namazını îmâ ile kılar.(21)

Oruç: Akıl hastalığı sürekli olan kimseler oruç tutmakla da mükellef değildirler. Zira orucun farz olabilmesinin şartlarından biri de akıldır. Hanefî mezhebinde, akıl hastalığının Ramazan ayını tamamen kapsaması halinde, o yıla ait orucun kaza edilmesi de gerekmez. Ancak, bu durumdaki kimselerin Ramazan ayı içerisinde ister gece isterse gündüz vakti olsun, kısa bir süre de olsa iyileşmesi durumunda mezhebin en güvenilir (Zâhiru'r-rivâye) eserlerindeki görüşe göre- o Ramazana ait oruçları kaza etmesi gerektiğine hükmedilmiştir.(22) Bununla birlikte, Hanefîlerden Züfer'e, şâfiî mezhebinde sahih kabul edilen görüşe ve Hanbelî mezhebine göre Ramazan ayının bir bölümünde iyileşen kimseye geçmiş günler için kaza gerekmez.(23) Başka bir ifadeyle, akıl hastalığı bir günü tamamen kapsarsa kaza yükümlülüğü düşer. Malikî mezhebinde yaygın olan görüş de budur.

Hac: Hac ibadeti için de aklî melekenin yerinde olması şart olduğundan, akıl hastaları hac ibadetiyle de mükellef değillerdir. Ancak fakihlerin çoğunluğu, akıl hastası adına velîsinin haccetmesinin ( ihcâc) geçerli olduğu sonucuna varmışlardır. Hac için gerekli ihtiyaçları temin eden ve hacca gidip gelmeye güç yetiren görme engellilerin, kendilerini hacca götürecek birisini bulamadıkları takdirde bizzat haccetmeleri gerekli değildir. (24) Hanefî mezhebinde haccın bizzat yapılması (edâ) için hacca gidip gelmeye engel olacak bir rahatsızlığın bulunmaması şart olduğundan, felçli, kötürüm ve hac ibadetini yerine getirmeye engel olacak derecede yaşlı kimselerin haccetme sorumlululuğu bulunmamaktadır.(25)

Zekât: Akıl hastalarının zekâtla mükellef olup olmamaları konusunda ıslâm alimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bir kısmı (Hanefîler), zekâtın ibadet yönünü esas alarak akıl hastalarının zekât vermekle yükümlü olmadıklarını söylemişlerdir. Zekâtın yardımlaşma yönünün ağır bastığını ileri süren ve çoğunluğu teşkil eden ıslâm hukukçuları ise (şâfiî, Malikî ve Hanbelîler), çocuk ve akıl hastasının da gerekli şartları taşıması halinde, velilerinin bunlar adına zekât vermeleri gerektiğini ifade etmişlerdir.(26) Hukukî ışlemler Tek taraflı hukukî işlemlerde işlemi yapanın, çok taraflı hukukî işlemlerde taraflardan her birinin edâ (fiil) ehliyetini haiz olması ıslâm fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre kuruluş şartı sayıldığından, bu sırada söz konusu kişi veya kişiler akıl hastası ise işlem batıl (geçersiz) dir. Ayrıca sözleşmelerde tarafların iradesinin uyumu şart olduğundan karşı taraf daha kabul beyanında bulunmadan önce icabı yönelten tarafın akıl hastalığına yakalanması halinde icab hükümsüz kalır ve bu icab doğrultusunda kabul beyanında bulunmakla sözleşme kurulmuş olmaz.(27) Bununla birlikte, sözleşmenin mal varlığında sadece artış meydana getiren türden olması veya kanunî temsilcinin izin ya da icazet vermiş olması, yahut iyileştikten sonra akıl hastası tarafından icazet verilmiş olması, akıl hastalarınca yapılan sözleşmelerin geçersizliği sonucunu değiştirmez.(28) Hanefi ve şafiîlere göre, söz söylemeye güç yetiremeyen kimselerin, işaretle yaptıkları irade beyanları geçerlidir.(29)


Yüksel SALMAN

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU UZMANI

KAYNAK: Diyanet Dergisi/Aralık 2001 (İlgili Kısımları Alınmıştır)

1- Câsiye, 13. 
2- Zeydan, Abdülkerim, el Medhal li Diraseti'ş-şerîati'l-ıslâmiyye, 9. baskı, Beyrut, 1986. s. 317. 
3- Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-Esrâr, 2. baskı, Beyrut, 1994, IV, 444. 
4- Apaydın, H. Yunus, Hacir, DıA. 
5- Bakara, 286.
6- Hacc, 78. 
7- Bakara, 185; Ayrıca bkz. Mâide, 6; Talak, 7. 
8- Fetih, 16. 
9- Fetih, 17.
10- Kurtûbî, el-Cami li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut, ts. XVI, 181. 
11- Reyâzü's-Sâlihîn, I, 5, Hadis no: 4. 
12- Fetih, 17. 
13- Cezîrî, Abdurrahman, el-Fıkh ala'l- Mezahibi'l-Erbaa, ıstanbul, 1987, I, 378; Halebî ıbrahim Efendi, Halebî-i Sağîr, (sadeleştiren: ısmail Karakaya), Ankara, 1983, s. 367; Özel, Ahmet, "Â'mâ", DıA. 
14- Buhârî, Hudûd, 22, Talak, 11.
15- Abdulaziz, el-Buhârî, age., IV, 437-445; Zeydan, age., s. 317.
16- Abdulaziz, el-Buhârî, age., IV 437-444; Dönmez, ı. Kâfi, Cünûn, DıA. 
17- Karaman, Hayrettin, Anahatlarıyla ıslâm Hukuku, ıstanbul, 1986, III, 58. 
18- Cezîrî, Abdurrahman, age., I, 178. 
19- Buhârî, Abdulaziz b. Ahmed, age., IV, 442. 
20- Cezirî, Abdurrahman, age., I, 378. 
21- Cezirî, Abdurrahman, age., I, 497, 499. 
22- Abdulaziz, el-Buhârî, IV, 447; Cezirî, Abdurrahman, age., I, 545. 
23- Abdulaziz, el-Buhârî, IV, 438. 
24- Cezirî, Abdurrahman, age., I, 633-636. 25- Cezirî, Abdurrahman, age., I, 633. 
26- Cezirî, Abdurrahman, age., I, 591. 
27- Zeydan, Abdulkerim, age., s. 293. 317. 
28- Dönmez, Kâfi, Cünûn, DıA. 
29- Karaman, Hayrettin, age, III, 48.

HZ.PEYGAMBER (S.A.V.)'İN ENGELLİLERE DAVRANIŞI

Hz. Peygamberin engellilere davranışı konusunda fikir sahibi olmak için onun diğer insanlara davranışını göz önünde bulundurmamız yeterli olacaktır. Hz. Peygamberin davranış biçimi, muhataplarının engelli-engelsiz oluşuna göre şekillenmemekteydi. Daha açık bir ifadeyle, kişilerin bedensel ya da zihinsel açıdan yeterli ya da engelli oluşu, onun davranışında etkin bir amil değildi. A'ma bir zat olan Abdullah ıbn Ümmi Mektum'a davranışının Kur'an-ı Kerim'e konu edilişi, Hz. Peygamberin muhataplarının sosyal statüsüne veya vizyonuna göre önem verdiği ya da engellilere değer vermediği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kur'an'a konu edilen olayın gelişimi şöyledir:

Hz. Peygamber (sav) , Kureyş'in ileri gelenlerinden Utbe b.Rebia, Ebu Cehil b.Hişam, Ümeyye b. Halef ile sohbet ederken gözleri görmeyen Abdullah b. Ümmi Mektum geldi, söze karıştı ve Hz. Peygamberden kendisine Kur'an okumasını istedi ve “Ey Allah'ın Elçisi, Allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret” dedi. Ve bu sözünü bir iki defa daha tekrar etti. Kureyş ileri gelenleri, kendilerinin yanında fakir kişilerin bulunup, söze karışmalarından hoşlanmazlardı. Bundan dolayı Abdullah b.Ümmi Mektum'un iki de bir söze karışması, Allah'ın Elçisi'nin canını sıktı. Hz. Peygamber (sav) , bundan memnun olmayarak yüzünü Abdullah'tan çevirip, diğer kişilerle ilgilendi. Rasulullah (sav), sözünü bitirip kalkacağı esnada kendisine bu olayı tasvip etmeyen ayetler nazil oldu. (Abese,1-10) Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (sav) , Abdullah ile karşılaştığında ona ikramda bulunur ve “Ey kendisinden dolayı Rabbimin beni azarladığı zat, merhaba!” der ve ihtiyacını sorardı. Bu davranış biçiminin, Rasulullah (as)'ın o anda bulunduğu ortam ve önem verdiği bir meşguliyetin uzantısı olarak değerlendirilmesi ve genelleştirilmemesi gerekir. Ancak böylesi bir davranışın bile Kur'an'a konu edilişi, ıslam'ın insana bakışı açısından önem arzetmektedir.

Hz.Peygamber (sav) , engellilerle ilgilenmiş,onlara güçlerinin yetmediği alanlarda görev vermemiş, yeteneklerine göre kamu alanında görev vermiş, topluma kazandırmaya çalışmış; engellileri bir dilenci kitlesi ve sürekli insanlara muhtaç bir tabaka olarak görmemiştir. şimdi, bu hususlarla ilgili uygulamalarını örneklerle açıklamak istiyoruz:

Hz. Peygamberin engellilerle ilgili uygulamalarını ele alırken , konuyu bedensel ve zihinsel engelliler olmak üzere iki kısımda değerlendirmek gerekir. Bedensel engellilerin başında görme engelliler (a'malar) gelmektedir. Çünkü o dönemde hastalık sebebiyle ve bunun yanında savaşların ok ve mızrak gibi delici aletlerle yapılmasından dolayı toplumlarda görme kabiliyetlerini kaybeden insanların hayli fazla olduğu görülmektedir. Kur'an-ı Kerim'de a'ma kelimesi, çoğu yerde manevi körlük anlamında kullanılmıştır. (Ör: A'raf,179; Hacc,46). Abese suresinde, özel olarak a'maların ve genel olarak engellilerin haklarına ve onlara gerekli ilginin gösterilmesi gerektiğine dikkat çekmek için Abdullah b.Ümmi Mektum'un adı verilmeden “a'ma” diye bahsedilmektedir. (Abese, 1-10)

Hz. Peygamber (sav)'in hadislerinde daha çok görme engellilerle ilgili hükümler yer almaktadır. O, görme engelli olup da sabredenlerin cennetle ödüllendirileceğini bildirmiştir. Bir Hadis-i Kudsi'de Yüce Allah; “Herhangi bir kulumu gözlerinden mahrum bırakmak suretiyle imtihana tabii tuttuğumda, sabrederse, gözlerine karşılık ona cenneti veririm” (Buhari, Merda,7) buyuruyor. ınsanın dış dünyaya açılan penceresi konumundaki gözlerini kaybetmesi, elbette kişi için bir meşakkattir, oldukça zor bir imtihandır. Kaybedilen nimetin kıymeti ölçüsünde onun yokluğuna sabretmenin güçlüğü ve buna bağlı olarak da değeri artmaktadır. Bu sebeple, hadiste de ifade edildiği gibi, iki gözünü kaybettiği halde, şikayet etmeyip sabredebilen kişiye Allah Teala, cennetini vereceğini bildiriyor. Cennete ulaşmak kolay olmadığına göre, gözleri kaybına sabretmek, zoru başarmak demektir.

Rasulullah (sav)'in görme engellilere karşı davranışlarında en güzel örneğini Abdullah b.Ümmi Mektum'a karşı tutumunda görmek mümkündür. Onu Mescid-i Nebevi'de müezzin olarak görevlendirmiştir. Bunun yanında, kendisini kamu görevlerinin en üst kademesinde, kendi yerine vekil,başka bir ifade ile devlet başkanı vekili olarak istihdam etmiştir; Veda Haccında ve Uhud Savaşına gidişi de dahil, çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında on üç defa Medine'de onu vekil bırakmıştır.

İslam'da engellilerle ilgili çeşitli hükümlerin belirlenmesi, Abdullah Bin Ümmi Mektum vesilesiyle mümkün olmuş; engellilerin vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları, savaşa iştirak etmeleri, farz namazlara katılmaları, korunma amacıyla köpek beslemeleri gibi konular açıklık kazanmıştır. Hz. Peygamber (sav) , namazlarda Abdullah Bin Ümmi Mektum ve diğer görme engellilerin imamlık yapmalarına izin vermiştir.

Rasulullah (sav) , durumlarına göre engellileri çalışmaktan alıkoymamış, onların ticaret yapmasını kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Bununla birlikte, engellileri güç yetiremeyecekleri işlerden de muaf tutmuştur. Zaten Kur'an-ı Kerim'de, sorumluluğun kişinin gücü ile orantılı olduğunu, kişilere güçlerinin üstünde sorumluluk yüklenmeyece- ğini ifade eden genel hükümlü ayetler (Bakara,286; En'am, 152; A'raf,42) yanında, engellilerin mazeretleri sebebiyle bir kısım yükümlülüklerden muaf tutulacaklarını konu edinen özel hükümlü ayetler (Fetih,17; Nur,61) de mevcuttur. Hz. Peygamberin uygulamaları da bu doğrultuda şekillenmiştir. Örneğin; Ensardan Seleme oğullarının başkanı Amr bin Cemuh, yürürken topallıyordu. Bedir Savaşına katılmak istedi; ancak Hz. Peygamber (sav) , onu savaştan muaf tuttu. Daha sonra Uhud Savaşına katılmak istedi; oğulları, Bedir Savaşını örnek göstererek, ona engel olmak istediler. Bunun üzerine Amr, oğullarına; “Siz beni Bedir Seferinde cenneti kazanmaktan alıkoymuştunuz” diyerek, onları Rasulullah (sav)'e şikayet etti. Peygamberimiz, ona, mazereti olduğunu, bu sebeple savaşla yükümlü bulunmadığını bildirdi. Ancak Amr'ın ısrarı üzerine izin verdi. Oğulların da babalarını savaşa gidip gitmemekte serbest bırakmalarını söyledi. Savaşa katılan Amr, sonunda, hep arkasında savaşan ve onu korumaya çalışan oğlu ile birlikte şehid düştü. Rahmet Peygamberi (as) , bir hadisin- de, onun cennette sapasağlam ayaklarla yürüdüğünü haber vermiştir. (ıbn Hanbel, Müsned, V, 299)

İbn Abbas, Ata b.Ebi Rebah'a; “Sana cennet ehlinden bir kadını göstereyim mi?” dedi. Ata; “Evet, göster” dedi. ıbn Abbas; “ışte, şu siyah kadındır ki; bu kadın, Hz. Peygambere geldi ve ‘Sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor. ıyileşmem için Allah'a dua edin' dedi. Rasulullah (sav) ; ‘ıstersen sabreder, cennetlik olursun; istersen sana afiyet vermesi için Allah'a dua ederim' dedi. Bunun üzerine kadın; ‘O halde sabredeceğim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz' dedi. Peygamber (as) da ona dua etti.” (Buhari, Müslim)

Toplumun her kesimi ile ilgilenen Hz. Peygamber (sav)'in, zihinsel engellilerle ilgilenmemesi ve onları ihmal etmesi düşünülemezdi. Nitekim, akıl hastalarının dini yükümlülüklerden muaf tutulduklarını şu sözleri ile dile getirmişlerdir: “Üç kimseden sorumluluk kaldırılmıştır: Buluğ çağına erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifa buluncaya kadar akıl hastasından.” (Buhari, Ebu Davud,Tirmizi) bu hadis, zihinsel engellilerin sorumluluklarının çerçevesinin belirlenmesinde temel teşkil eden başlıca delillerdendir.

Hz. Peygamber (sav) , sağlıklı insanların engellilerle ilişkilerini yönlendiren ahlaki düzenlemelerde de bulunmuştur. Nitekim, görme engelli bir kimseye yol göstermeyi, sağıra ve dilsize laf anlatmayı sadaka olarak telakki etmiştir. (ıbn Hanbel,V,169)

Sevineceğimiz, huzur duyacağımız şeylerle karşılaşmayı nasıl tabii buluyorsak, zaman zaman bizi üzecek bir olayla, musibetle, hastalıkla, felaketle karşılaşmayı da tabii bulmalıyız. Musibetleri, felaketleri ya da başımıza gelen bir hastalığı tabii karşılamanın en iyi yolu, sabırdan geçer. şurası da unutulmamalıdır ki; karşılaşılan felaketler, hastalıklar yaptığımız hatalara kefarettir. Sevgili Peygamberimiz (sav) ; “Yorgunluk, hastalık,tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar, müslümanın başına gelen her şeyi Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhari, Müslim) sözüyle bu müjdeyi vermektedir.

Ne mutlu, karşılaştığı bütün zorluklara, hastalıklara, musibetlere, felaketlere sabredip, mutlu sona erişenlere...

DR. YAŞAR YİĞİT

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU UZMANI

 

KAYNAK: “ DİYANET” DERGİSİ, Sayı 132, Sayfa 40-43

 

SABIR ve SABRETMENİN MÜKAFATI İLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER:

 

BAKARA/ 45.AYET:

Sabır ve namazla Allah'tan yardım dileyin. Bu, şüphesiz, içi saygıyla ürperenlerin dışında kalanlar için bir ağırlıktır.

BAKARA/153.AYET:

Ey iman edenler, sabırla ve namazla Allah'tan yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.

BAKARA/155.AYET:

Andolsun, biz sizi bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.

AL-İ İMRAN/146.AYET:

Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne de boyun eğdiler. Allah, sabır-gösterenleri sever.

AL-İ İMRAN/200.AYET:

Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın. (sınırlarda) nöbetleşin. Allah'tan korkup-sakının. Umulur ki kurtuluşa varırsınız.

ENFAL/ 66.AYET:

şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu da bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.

YUSUF/ 18.AYET:

Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş, bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (kendisinden) yardım istenecek olan Allah'tır."

YUSUF/ 83.AYET:

(şehre dönüp durumu babalarına aktarınca o:) "Hayır" dedi. "Nefsiniz sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah (pek yakın bir gelecekte) onların tümünü bana getirir. Çünkü O, bilenin, hüküm ve hikmet sahibi olanın kendisidir."

MEARİC/ 5.AYET:

şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret.

İNSAN/ 24.AYET:

Öyleyse, Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkâr veya nankör olana itaat etme.

NAHL * 127.AYET:

Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı da sıkıntıya düşme.

KEHF * 28.AYET:

Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.

MÜ'MİN * 55.AYET:

şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın va'di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.

MÜ'MİN * 77.AYET:

şu halde sen sabret, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Sonunda ya onlara va'dettiğimiz (azab)in bir kısmını sana göstereceğiz ya da senin hayatına son vereceğiz. Nihayet onlar bize döndürülecekler.

ŞURA * 33.AYET:

Eğer dileyecek olsa, rüzgârı durdurur, böylece onlar da onun üstünde kalakalırlar. Hiç şüphe yok, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır.

TUR * 48.AYET:

Artık sen, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, bizim gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında da Rabbini hamd ile tesbih et.

SABREDENLERİN MÜKAFATI:

 

HUD * 11.AYET:

Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. ışte, bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır.

HUD * 115.AYET:

Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.

AHZAB * 35.AYET:

Hiç şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min olan erkekler ve mü'min olan kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar,oruç tutan erkekler, kadınlar ve ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar, (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.

ZÜMER * 10.AYET:

De ki: "Ey iman eden kularım, Rabbinizden korkup-sakının. Bu dünyada iyilik etmekte olanlar için bir iyilik vardır. Allah'ın arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir."

SABIR İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER:

* Rasulüllah Aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurur: "Sabır üçtür:

Musibetlere karşı sabır, taatte (kullukta) sabır, günah işlememekte sabır.

Kim, kaldırılıncaya kadar musibete güzelce sabrederse Allah ona üçyüz derece yazar. Her iki derece arasında sema ile arz arasındaki mesafe kadar yücelik vardır.

Kim de taatte sabrederse Allah ona altıyüz derece yazar. Her iki derece arasında arzların başladığı hududla, arzların bittiği son nokta arasındaki mesafe kadar yücelik vardır.

Kim de masiyete (günaha) karşı sabrederse Allah ona dokuzyüz derece yazar. ıki derece arasında arzların hududu ile Arş'a kadar olan mesafe arasındaki yücelik vardır."

* "Sabır imanın yarısıdır, yakîn, imânın ta kendisidir"

* "Sabır (ve sabrın) mükâfaatını ümid etmek köle azad etmekten daha hayırlıdır. Allah sabır ve ümîd sahiplerini, sorusuz sualsiz cennete koyar"

* "Sabırla iman arasındaki ilgi, bedenle baş arasındaki ilgi gibidir."

* "...Namaz nurdur, sadaka bürhandır, sabır ziyâdır, Kur'an hüccettir..."

* "...Bir kimse sabretmek isterse Allah ona sabır verir. Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir nimet verilmemiştir"

* “ Mü'minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü'minde vardır. Sevinecek olsa şükreder; bu, onun için bir hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa, sabreder; bu da onun için bir hayır olur. (Müslim)

* Rasulüllah Aleyhissalâtu vesselâm:"Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir" buyurdu." [Buharî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî.]

* Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Mükâfatın büyüklüğü belânın büyüklüğü ile (orantılıdır). Allah bir cemaati sevdi mi onları musibete müptela eder. Kim bundan razı olursa Allah da ondan razı olur, kim de razı olmazsa Allah da ondan razı olmaz." [Tirmizî]

* Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Kıyamet günü, afiyet ehli kimseler, bela ehline sevapları verilince, dünyada iken derilerinin makaslarla kazınmış olmasını temenni edecekler." [Tirmizî]

* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Mü'min erkek ve kadının nefsinde, çocuğunda, malında bela eksik olmaz. Tâ ki hatasız olarak Allah'a kavuşsun." [Muvatta, Cenâiz 40, (1, 236); Zühd 57, (2401).]

* Mus'ab ıbnu Sa'd, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: Der ki:"Ey Allah'ın Resulü! dedim, insanlardan kimler en çok belaya uğrar?""Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişi diyaneti nisbetinde belası da şiddetli olur. şayet dininde zayıflık varsa, Allah onu da diyaneti nisbetinde imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Tâ o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar." [Tirmizî, Zühd 57, (2400).]

* Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri ferman etti: "ızzetim ve celalim hakkı için, mağfiret etmek istediğim hiç kimseyi, bedenine bir hastalık, rızkına bir darlık vererek boynundaki günahlarından temizlemeden dünyadan çıkarmayacağım."

* Atâ ıbnu Ebî Rabâh rahimehullah anlatıyor: "ıbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) bana:"Sana cennet ehlinden bir kadın göstereyim mi?" dedi. Ben de: "Evet göster!" dedim."ışte dedi, şu siyah kadın var ya, o, Resûlullah'a gelip: "Ben saralıyım, (nöbet gelince) üstümü başımı açıyorum, Allah'a benim için dua ediver (hastalıktan kurtulayım)" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm; "Dilersen sabret, sana cennet verilsin, dilersen sana şifa vermesi için Allah'a dua edivereyim" dedi. Kadın: "Öyleyse sabredeceğim, ancak üstümü başımı açmamam için dua ediver" dedi. Resûlullah da ona öyle dua etti." [Buharî, Müslim.]

* Ebu Hureyre (r.a)dan rivayetle, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Müslümanın başına gelen hiçbir meşakkat, devamlı hastalık, müstakbel endişesi,geçmişe ait bir keder, umumiyetle herhangi bir bela ve dert, hatta bir diken acısı yoktur ki, bu sebeple Allah onun günahlarını affetmesin." [Buhari, Müslim]

* Aişe (r.anha) Mina'da iken yanına gençlerden bir grup girdi. Gülüyorlardı.

Aişe (r.anha), "Ne gülüyorsunuz?" diye sordu. Gençler, "Filanın ayağı çadırın ipine takıldı ve düştü; nerede ise boynu kırılacak yahut gözü gidecekti" dediler. Bunun üzerine Aişe (r.anha), "Gülmeyin, zira Peygamberimiz (s.a.v.)'i şöyle derken işittim: Kendisine batan diken veya başına bundan büyük bir bela gelen bir müslüman yoktur ki, bu sebeple Allah, ona bir sevap derecesi vermesin ve bir günahını affetmesin" [Müslim]

* Ebu Hureyre (r.a)dan rivayetle, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah kime bir hayır vermeyi dilerse, imtihan için başına bir bela verir." [Buhari]

* Aişe (r.anha) şöyle demiştir: " Rasulüllah (s.a.v.)'den fazla acı çeken bir kimse görmedim." [Buhari]

* Abdullah (r.a.) şöyle demiştir: Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanına girdim. Çok muzdarip bir halde idi. Dedim ki; "Ey Allah'ın Rasulü, humma hastalığın çok şidddetli." Rasulülllah (s.a.v.), "Evet, ben hastalandığım zaman duyduğum ızdırap iki kattır; sizden iki kişinin duyduğu ızdırap kadardır" buyurdular. "Bu, belki sana iki kat ecir sağlamak için öyledir" dedim. "Evet, dediğin gibidir. Belaya uğrayan, bir diken ve bundan fazla birşey kendine isabet eden bir Müslüman yoktur ki; bu sebeple ağaç yapraklarının dökülmesi gibi, Allah onun günahlarını affetmesin" buyurdular. [Buhari, Müslim]

* Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "iyileşmiş hasta, bütün parlaklığı ile tertemiz olarak, gökten düşen dolu gibidir."

* Enes (r.a.)'dan rivayetle, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah Teala buyurdu ki: Kulumun en sevgili uzvu olan gözlerini almak suretiyle imtihan ettiğim zaman sabrederse, bunların karşılığı olarak ona cenneti veririm." [Buhari, Müslim, Tirmizi]
(5937) Okunma
HAKLARIMIZ
SAĞLIK
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
Telefon
:
+90 372 315 11 00
Fax
:
+90 372 315 11 01
E-Posta
:
federegli@hotmail.com
Adres
:
Kırmacı Mahallesi Hasan Canver Sokak N0:36 67300 Kdz.Ereğli / ZONGULDAK
Copyright © 2024 - Kdz.Ereğli Fiziksel Engelliler Derneği. Her Hakkı Saklıdır.